Agarta Cave Hotel

Kapadokya'da Biz


Agarta Cave Hotel

Agarta Hintçe kökenli bir kelime olup, başkenti Şamballadır. Tashi Lhampo manastırı. Agarta efsanesinin doğuş yeri olarak kabul edilir.

Atlantislilerin çıkardığı "nükleer savaş" sonucu meydana gelen tufan felaketinden kurtulan bir grup insan, önce Brezilya'nın yüksek platolarına gelmişler daha sonra da radyasyondan korunmak için yüzeyle bağlantılı tünelleri olan yeraltı şehirlerine yerleşmişlerdir.

Tibet kaynaklı efsaneye göre, Agarta'ya ait olduğu ileri sürülen tünellerle, dünyanın bir ucundan diğer ucuna gitmek mümkündür. Geçmişteki korkunç nükleer savaştan ders aldıkları için devamlı barış içinde yaşamaktadır. Bu insanlar bilimde yeryüzü insanlarının binlerce yıl ilerisindeydi. Agartalı bilim adamları, bizim bilim adamlarımızın bilmediği enerji türlerini bilmekteydiler. Bu enerjiler hem uçan, hem de karada giden taşıtlarda kullanılmaktaydı. Agarta İmparatorluğu'nun birbirine tünellerle bağlı yeraltı şehirlerinden oluştuğu ve bu tünellerde uzay araçlarına benzeyen taşıtlarla dünyanın her köşesine gidebildiği öne sürülür.

Eski Mısır inancına göre Gize Piramidinin içinde bulunan gizli bir kapının Agarta Uygarlığına açıldığı düşünülmektedir. Firavunların, bu tüneller aracılığıyla yeraltında, Tanrılar veya üstün varlıklarla temas kurabildiği iddia edilir. Burada Firavunlar yeryüzünde kurulacak olan medeniyetin inşaası konusunda Agartalılardan yardım aldığı anlatılır.

Kapadokya da bulunan Derinkuyu ve Kaymaklı kasabalarında yapılan kazı çalışmaları sonucu yeraltı kentleri ve tünel sistemleri ortaya çıkarılmıştır. Derinkuyu da 8, Kaymaklı da ise 5 katlı yeraltı şehir sisteminin Agartalılara ait olduğu düşünülmektedir.

Kapadokya Nevşehir, Niğde, Aksaray üçgeni arasında kalan bölgeye Persler’in verdiği ad. Katpatuka “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına geliyor. Belki de “Düşler Ülkesi” demek daha uygun düşer. Bir de siz gidip gezin de gönlünüze göre bir ad verin.

Kapadokya, gidip görmemiş olup da resimlerinden bilenler için peribacaları’dır. Peribacaları gerçekten doğanın eşsiz armağanları olarak çok ilgi çekici ama Kapadokyayı gezip görmüş olanlar için çok daha derin, çok daha zengin bir anlamı çağrıştırır: Yüzlerce yüzlerce yıl önce yaşamış insanların yarattığı uygarlık, hıristiyanlığın ilk yıllarına uzanan mistik bir atmosfer, baskılara karşı inancın direnci…ve olağanüstü bir doğa...

Bölgede Perslerden önce Hitit ve Frigya yerleşimleri de olduğu biliniyor. Sonra da bir ara bağımsız krallıkla yönetiliyor ve ardından Roma, Bizans, Selçuk ve Osmanlı uygarlıkları iz bırakıyorlar.

Burada birkaç satırda özetleyeceğimiz ve halen de süren doğal oluşum 60 milyon yıldır sürüyor. 60 milyon yıl önce, üçüncü jeolojik devirde Toroslar yükseldi, kuzeydeki Anadolu platosunun sıkışmasıyla yanardağlar faaliyete geçti. Erciyes ve Hasandağı ile ikisinin arasında kalan daha küçük Göllüdağ lavlar püskürttüler. Platoda biriken küller yumuşak bir tüf tabakası oluşturdu. Tüf tabakasının üzeri yer yer sert bazalttan oluşan ince bir lav tabakası ile örtüldü. Bazalt çatlayıp, parçalara ayrıldı. Yağmurlar çatlaklardan sızıp yumuşak tüfü aşındırmaya başladı. Isınan ve soğuyan hava ile rüzgarlar da oluşuma katıldı. Böylece sert bazalt kayasından şapkaları bulunan koniler oluştu. Bu değişik ve ilginç biçimli kayalara halk bir ad yakıştırdı. “Peribacası” dedi. Bazalt örtüsü olmayan tüf tabakaları ise erozyonla vadilere dönüştü, ilginç şekilli kanyonlar oluştu. Bunlar doğanın bölgeye armağanı oldu.

İnsan eli, emeği ve duygusu işe koyuldu. 9-10 bin yıl öncesine ait yerleşimlerden ilk Hristiyanların kayalara oydukları kiliselere, büyük ve güvenli yeraltı kentlerine kadar uzun bir dönemde bir büyük uygarlık yaratıldı. Doğanın ve insanoğlunun bu macerasına tanıklık etmek için haydi, hemen Kapadokya’ya!

Kapadokya’yı kendi başınıza gezmeniz zor. Çok şeyi kaçırırsınız. Gezip gördüğünüz yerleri iyi bir rehberiniz yoksa eksik algılamanız kaçınılmaz. Onun için bölgeye yerel seyahat acentalarının düzenlediği günübirlik turlara katılmanızı öneririz.


REZERVASYON